top of page

Hayvanlar Bizi Gerçekten Anlıyor mu? Hayvanların Zihnine Ufak Bir Yolculuk

Herkese merhaba, ben Edanur Yurdakul. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi 1. sınıf öğrencisiyim. Bu haftaki blog yazımızda, hayvanlarla insanlar arasında kurulan o sessiz ama sarsıcı bağın ardındaki gerçekliği sorgulayacağız.

Hiç düşündünüz mü?   

Bir hayvan, sizi gerçekten anlayabilir mi? Ses tonunuzu, yüz ifadenizi, ne hissettiğinizi ya da ne anlatmak istediğinizi fark edebilir mi? Ve daha da önemlisi, bu farkındalık ne kadar derin, ne kadar bilinçli olabilir? Hayvanlar ile insanlar arasındaki ilişki yalnızca beslenme, barınma ya da eğitim üzerinden kurulmaz. Bazen bir bakış, bazen bir yaklaşma şekli, bazen de sadece sessizce yanımızda durmaları bile bir tür “anlama”nın ipucunu verir. Peki ama bu sezgiler, gerçekten onların mı? Hayvanlar bizi gerçekten tanıyor mu yoksa biz onlara duygular mı yüklüyoruz?


    Bu yazıda; hayvanların insanları nasıl algıladığını, bu algının hangi zihinsel süreçlere dayandığını bilimsel veriler ışığında ele alacağız. Beş farklı akademik çalışmanın rehberliğinde hem onların dünyasına biraz daha yaklaşacak hem de belki kendimize dair yepyeni sorularla baş başa kalacağız.


Peki hayvanlar bizi gerçekten tanıyor mu? Sadece görüyorlar mı yoksa bizi anlamaya mı çalışıyorlar? Bu sorunun cevabı düşündüğümüzden çok daha ilginç. Goumas ve arkadaşlarının “The Role of Animal Cognition in Human-Wildlife Interactions” başlıklı çalışması, vahşi hayvanların insanları sadece rastgele canlılar olarak görmediklerini aksine onları tanıma, sınıflandırma ve önceki deneyimlerine göre anlamlandırma becerilerine sahip olduklarını gösteriyor. Örneğin kargalar yüz maskeleri ile yapılan deneylerde daha önce kendilerini yakalayan kişiyi yıllar sonra bile tanıyıp alarm davranışı sergileyebiliyorlar. Üstelik sadece bireyi değil, onun taktığı şapkayı veya bulunduğu alanı da "tehlikeli" olarak genelleyebiliyorlar. Ancak bazı türler bu kadar bireysel tanıma yeteneğine sahip değil; onlar insanları daha çok "kıyafet", "hareket tarzı" ya da "genel tehdit seviyesi"ne göre sınıflıyor. Mesela filler, Maasai erkeklerinin kırmızı kıyafetlerini ve ses tonlarını diğer insan gruplarından ayırt edebiliyor ve buna göre savunma tepkisi gösteriyor.


İlginç olan bir başka konu ise aynı türden hayvanların farklı yaşam alanlarında insanlara karşı farklı tepkiler vermesi. Kırsalda yaşayan bir serçe ile şehir parkında yaşayan bir serçe, aynı insana farklı tepkiler verebiliyor. Şehirde yaşayan bireyler, insanlarla daha sık karşılaştıkları ve zamanla onların zararsız olduğunu öğrendikleri için daha "cesur" davranabiliyorlar. Bu, bilişsel anlamda bir "alışma" sürecine işaret ediyor. İnsanlara dair kaçınma tepkisi, etkileşim sıklığı arttıkça azalabiliyor. Kırsaldaki kuş ise insanla nadiren karşılaşıyor ve bu yüzden hâlâ onu potansiyel tehdit olarak görmeye devam ediyor. Yani bir bakıma hayvanların insanları nasıl algıladığını içinde yaşadıkları ortam şekillendiriyor.

O zaman aklımıza şu soru geliyor: Laboratuvar ortamında yapılan deneylerde sergilenen tepkiler, hayvanların doğal ortamlarında gösterdiği davranışlarla aynı değil mi?

Aynı karga şehir meydanında bir insanı tanırken gösterdiği bilişi bir deney kutusunda da gösterebilir mi? Ya da bir şempanze, ormandaki sosyal hiyerarşiyi hesaba katarak taş seçip fındık kırarken oluşturduğu zihinsel süreci cam bölmeyle ayrıldığı bir testte de aynı şekilde çalıştırır mı?


Christophe Boesch’in “Identifying Animal Complex Cognition Requires Natural Complexity” makalesi bu konuda bize çarpıcı bir örnek sunuyor. Ormanda yaşayan bir şempanze fındık kırmak için taş seçerken yalnızca “taş”ı değerlendirmiyor. Taşın ağırlığını, sertliğini, taşınacağı mesafeyi ve o an çevresinde kimlerin olduğunu da hesaba katıyor. Eğer yanındaki baskın birey taşı elinden alacaksa daha küçük bir taşla daha güvenli bir yere çekiliyor. Bu çoklu etkenleri aynı anda değerlendirmek basit bir refleks değil, doğrudan karmaşık bir bilişsel süreç. Yani şempanze sadece nesneleri değil; içinde bulunduğu sosyal durumu, grup dinamiklerini, önceki deneyimlerini ve çevrenin fiziksel koşullarını da birlikte tartıyor.

Boesch’in vurguladığı nokta şu: Gerçek bilişi anlamak istiyorsak hayvanı sadece test etmek değil, onu kendi habitatında izlemek gerekiyor. Çünkü doğa, hayvanın zekâsını sadece ortaya çıkarmıyor; onu biçimlendiriyor da. Laboratuvar doğanın sunduğu bu karmaşık ve çok katmanlı etkileşimleri dışarıda bırakıyor. Dolayısıyla ormandaki bir kararın arkasındaki zihinsel derinlik deney kutusunda görünmeyebiliyor.

Ama bu kadar örneğe rağmen şu soru hâlâ kafamızı kurcalıyor olabilir: Hayvanlar gerçekten bu kadar bilişsel yeteneğe sahipse neden hâlâ insanlarla bu kadar farklı konumdalar? 


Premack’ın “Human and Animal Cognition: Continuity and Discontinuity” başlıklı makalesi, bu farkın kaynağını sadece yapılan davranışlarda değil bu davranışların arkasındaki bilişsel sistemin derinliğinde arıyor.

Evet, hayvanlar planlama yapabiliyor, iş birliği kurabiliyor hatta bazen aldatıcı davranışlar sergileyebiliyorlar. Bu davranışlar görünüşte insanlarınkine benzese bile altında farklı zihinsel süreçler yatıyor. 

Premack’ın şempanze deneyinde, bir şempanze yiyeceğin yerini yalnızca iş birliği yapan deneyciye gösteriyor; paylaşmayan eğitmene ise yanlış bilgi veriyor veya hiçbir şey göstermemeyi tercih ediyor. Üstelik yaşlı birey, bu stratejiyi en başarılı biçimde sürdürüyor. Bu örnek sadece ödül odaklı bir strateji değil, aynı zamanda sosyal bağlamı anlayan ve ona göre manipülasyon yapan bir zihnin ürünü. Yani dürüstlük de fırsatçılık da sadece insana özgü değil. Ancak fark şurada başlıyor: İnsan bu tür stratejileri yalnızca hedef için değil; sanat, savunma, mizah gibi çok daha soyut ve çeşitli alanlarda kullanabiliyor.       

Benzer bir durum öğretme davranışında da görülüyor. Hayvanlar da yavrularına bir şeyler öğretebiliyor ama bu öğretim, genellikle hayatta kalma becerileriyle sınırlı. Bir kuş yavrusuna böcek yakalamayı öğretebilir ama insan çocuğuna hayal kurmayı öğretir.

Ve aslında bizi farklı konuma getiren yalnızca yaptığımız şey değil; bunu neden, nasıl ve kiminle yaptığımızdır.

Peki bu fark yalnızca davranışsal mı? Yoksa beynin yapısında da bizi ayıran başka şeyler var mı? Cevap Marina Melchionna ve arkadaşlarının “Cortical Areas Associated to Higher Cognition Drove Primate Brain Evolution” adlı çalışmasında saklı.

Bu araştırma; hayvanlarda da bulunan prefrontal korteks, posterior parietal korteks ve medial temporal lob gibi bölgelerin insanlarda daha fazla gelişmiş ve daha yoğun bağlantılar kurmuş olduğunu gösteriyor. Bu bölgeler; sosyal biliş, empati, zihinsel zaman yolculuğu ve başkasının niyetini anlama gibi işlevlerle doğrudan ilişkili. Üstelik insanlar bu bölgeler arasında güçlü bağlantılar kurarak şu üç ana ağı entegre hâlde kullanabiliyor: Default Mode Network, Theory of Mind ve Mirror Neuron System.


Bu ağlar yalnızca bilgiyi işlemekle kalmıyor, birbirleriyle iletişim kurarak daha karmaşık sosyal anlamlar oluşturuyor. Hayvanlarda da bu ağların bazı parçaları bulunuyor ancak bu parçalar çoğunlukla göreve odaklı ve daha az bağlantılı çalışıyor. Yine de birçok tür çevresel ipuçlarına ve sosyal bağlama duyarlı davranışlar sergileyebiliyor. Örneğin bir kuş, yavrusunu beslerken yalnızca açlık sinyaline değil yuvanın güvenliğine ve kaynak erişimine dair değerlendirme yapabiliyor. Şempanzeler, sosyal hiyerarşiyi ve grup içi ilişkileri göz önünde bulundurarak iş birliği kararları verebiliyor. Tüm bunlar, hayvanların da çok yönlü bir sosyal zekâya sahip olduğunu gösteriyor fakat bu zekâ, insanlardaki kadar ağlar arası geçişli, soyutlama odaklı ve çok katmanlı değil.


Hayvanların bizi anlaması sadece bilişsel çözümlemeden ibaret değil, aynı zamanda duygusal bir uyum. Perez-Manrique ve Gomila’nın 2020 yılında yayımladıkları “Emotional contagion in nonhuman animals” başlıklı derleme çalışmasında, hayvanlar arasında duygusal durumların nasıl bulaştığı kapsamlı biçimde ele alınıyor. 

Bilim dünyasında ‘duygusal bulaşma’ (emotional contagion) olarak adlandırılan bu kavram, bir bireyin duygusal durumunun başka bir bireye otomatik olarak geçmesi olarak tanımlanıyor. Makalede vurgulandığı üzere bu durum özellikle sosyal türlerde oldukça güçlü bir biçimde gözlemleniyor. Örneğin atlar, insanların kaygı ve korku ifadelerini sadece yüzlerinden değil özellikle kalp ritimleri gibi fizyolojik tepkilerden de algılayarak kendi kalp atışlarını buna göre düzenleyebiliyor. Kargalar eşlerinin stresli hallerine adapte olurken fareler ise stresli bireylerin kaygısını davranışlarına yansıtıyorlar. Ya da bir köpeğin veya kedinin üzgün olduğunuzu anlayıp yanınıza gelmesi öğrenilmiş bir davranış değil, sizin duygusal durumunuzun hayvana da geçmesidir. Ve aslında bu empatiye benzer bir içgüdüsel yanıtın ilk aşamasıdır. 

Bu tür paylaşılan duygusal durumlar, yalnızca bireylerin hislerini anlamakla kalmayıp grubun hayatta kalmasını kolaylaştıran evrimsel bir mekanizma olarak karşımıza çıkıyor. Araştırmalar gösteriyor ki duygusal bulaşma, sosyal hayvanların birbirleriyle ve bizlerle etkili iletişim kurmasının temel taşlarından biri ve henüz tam anlamıyla anlaşılabilmiş değil. Dolayısıyla bu türler arası farkları ve mekanizmaları anlayabilmek için daha sistematik ve çok disiplinli çalışmalara ihtiyaç var. Kısacası hayvanların iç dünyasını bütünüyle kavrayabilmek, bu duygusal köprüleri göz önünde bulundurmadan pek mümkün değil.

  

Sonuç:

Hayvanlar bizi gerçekten anlıyor mu?

Evet, anlıyorlar.

Ama bunu bizim yaptığımız gibi kelime kelime çözümleyerek değil; duygularımızı okuyarak, ses tonumuzu fark ederek, beden dilimizi izleyerek ve bazen yalnızca varlığımıza uyumlanarak yapıyorlar.


İnsan zihni karmaşık bağlantılarla işlerken, hayvanlar da kendi dünyalarının diliyle kim olduğumuzu, ne hissettiğimizi ve ne istediğimizi sezgisel olarak anlamaya çalışıyor. 

Bu anlayışı kelimelerle ölçmek zor olabilir. Ama bir hayvanın gözlerimize bakışında, sessizce yanımıza gelişinde ya da sesimize başını kaldırışında bu sezginin izlerini görebiliriz.

Ve belki de bu karşılıklı anlam en çok bizim isteğimizle güçleniyor.

Çünkü bağ kurmak tek taraflı olmaz.

Onları, oldukları hâlleriyle kabul ettiğimizde; onlarla gerçekten uyumlandığımızda işte o zaman bizi gerçekten anlamaya başlıyorlar.


Sizce hayvanlar bizi nasıl algılıyor?

Belki sizin de bir hayvanla yaşadığınız özel bir anınız vardır, sizi gerçekten anladığını düşündüğünüz o bakış…


Yorumlarda deneyimlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın!

Mini Sözlük:

  • Default Mode Network: Zihin dış dünyaya odaklı değilken aktif olan, içsel düşünme ve sosyal değerlendirmeyle ilgili beyin ağı.

  • Theory of Mind: Başkalarının duygu, düşünce ve niyetlerini anlama ve zihinsel olarak temsil edebilme yetisi.

  • Mirror Neuron System: Başka bir canlının hareketini izlerken etkinleşen, taklit ve empatiyle ilişkili nöral sistem.

  • Prefrontal Korteks: Planlama, karar verme, sosyal davranış ve kişilikle ilgili yüksek bilişsel işlevlerin gerçekleştiği beyin bölgesi.

  • Posterior Parietal Korteks: Dikkat, mekânsal farkındalık ve hareket planlamasıyla ilgili beyin alanı.

  • Medial Temporal Lob: Hafıza ve öğrenmeyle ilgili, özellikle bilinçli bellekle ilişkili beyin bölgesi.

Referanslar:

  • Goumas, M., Lee, V. E., Boogert, N. J., Kelley, L. A., & Thornton, A. (2020). The role of Animal Cognition in Human-Wildlife interactions. Frontiers in Psychology, 11. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2020.589978

  • Premack, D. (2007). Human and animal cognition: Continuity and discontinuity. Proceedings of the National Academy of Sciences, 104(35), 13861–13867. https://doi.org/10.1073/pnas.0706147104

  • Boesch, C. (2021). Identifying animal complex cognition requires natural complexity. iScience, 24(3), 102195. https://doi.org/10.1016/j.isci.2021.102195

  • Melchionna, M., Castiglione, S., Girardi, G., Profico, A., Mondanaro, A., Sansalone, G., Chatar, N., Ramos, A. P., Fernández-Monescillo, M., Serio, C., Pandolfi, L., Dembitzer, J., Di Febbraro, M., Caliendo, M. M., Di Costanzo, A., Morvillo, L., Esposito, A., & Raia, P. (2025). Cortical areas associated to higher cognition drove primate brain evolution. Communications Biology, 8(1). https://doi.org/10.1038/s42003-025-07505-1

  • Pérez‐Manrique, A., & Gomila, A. (2021). Emotional contagion in nonhuman animals: A review. Wiley Interdisciplinary Reviews Cognitive Science, 13(1). https://doi.org/10.1002/wcs.1560


 
 
 

Comments


bottom of page